fiziki ve kimyasal unsurlarının yaşama en uygun doğal ortamına, sağlıklı bir çevre diyoruz. Tersi, çevre kirliliği olarak anılır ve genel olarak; hava kirliliği, su kirliliği, toprak kirliliği, gürültü ve görüntü kirliliği olarak sınıflandırılır. Yazının başında bir gerçeği dile getirmek gerekir. Çevreye, doğaya, atmosfere, havaya, suya, toprağa v.s. zarar veren tek canlı, yukarıda andığımız canlı türlerinden sadece insandır! Diğerleri (Bitki ve hayvan) yaratılışlarının doğası gereğini yaparlar, doğanın dengesini korurlar ve temizlerler.
Çevre sağlığı konusunda insanlığın geleceğini tehdit eden en önemli unsurlardan biri, şüphesiz su sorunudur. Dolayısıyla su sorununa değinmek zorundayız.
Yeryüzünün dörtte üçünün sularla kaplı olmasına rağmen, insanoğlunun bu suların sadece yüzde 3’ünü kullanılabilir tatlı su olduğundan, su sıkıntısının öncelikli konu olarak ele alınması kaçınılmaz olmuştur.
Birleşmiş Milletler verilerine göre; 43 ülkede 700 milyon kişi su kıtlığı çekmekte ve Dünya tarım alanlarının yüzde 70’inin çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya olduğu vurgulanır. Küresel su tüketimin en yoğun olduğu sektör tarımda, endüstriyel üretimin arttığı sanayide, dünya nüfusunun % 54'ünün kentlerde yaşadığı gerçeğini de göz önünde bulundurursak, ne gibi önlemler alınıyor ve hangi planlar hazırlanıyor sorusunu, hangi ülkeden olursa olsun her vatandaşın sorması gereken sorudur. Hem dünya nüfusunun hem de sıcaklığın arttığı için tatlı su sorunu yaşanmaktadır. Tatlı suyun yüzde 70'i tarımda kullanılıyor. Dünya genelinde artan nüfusu beslemek için gıda üretimi 2035'e kadar yüzde 69 artacağı tahmin ediliyor.
Artan nüfus demek, artan enerji ihtiyacı demek. Özellikle endüstri kuruluşları, termik santraller, kimyasal mücadele ilaçları, tarımsal sanayi atık suları, nükleer santrallerden çıkan sıcak sular, su kirliliğini meydana getiren kaynakların başında gelmektedir. Suyun kirlenmesi, sadece kirleticilerin doğrudan suya bırakılması ile değil; hava ve toprak kirliliği ile, yani suyun doğal dolanımı (hidrolojik döngü) ile de oluşmaktadır. Örneğin, kükürtdioksit oranı yüksek olan bir atmosfer tabakasından geçen yağmur damlacıkları asit yağışları halinde toprağa gelir. Toprak içine giren bu asitli sular ağaç köklerini, bitkisel ve hayvansal toprak canlılarını zarara uğratır.
Toprağın reaksiyonunu etkileyerek besin maddesi dengesini bozar, taban sularını içilmez hale getirir. Enerjinin üretildiği tesislerden biri olan termik santrallerin (Termik santraller kömür, fuel-oil, motorin, doğal gaz gibi fosil kaynakların -yani, kükürt içeren yakıtlar- yakılması veya jeotermal kaynakların kullanılmasıyla, sıcaklık farklarından yararlanılarak, elektrik enerjisinin üretildiği tesislerdir.) soğutulmasında dahi çok miktarda su kullanmak gerekiyor.
Oysa doğal seçeneklerden olan güneş ve rüzgar enerjisinde bu hava kirliliği, asit yağmurları ve suların kirlenmesi, hatta zehirlenmesi yoktur. Veya basit ve ucuz bir yöntem olan yağmur sularının depolanması gibi eski bir yöntem. İstanbul'da Bizans İmparatoru Jüstinyen (527-565) tarafından inşa edilen Yerebatan Sarnıcı 80 bin metreküp yağmur suyu depolayabiliyordu. 1500 yıl sonra birçok şehirde bu yöntem hâlâ uygulanıyor.
Çeşitli ülkelerde artık işlenmiş yağmur suyu, arıtılmış deniz suyu kullanılmaktadır. Örneğin, Manchester'da bir üniversitenin tuvaletlerinde sifon suyu olarak yağmur suyu kullanılıyor. Örneğin, suyu ulusal güvenlik meselesi olarak gören İsrail'de, Tel Aviv yakınlarındaki atık su artıma tesislerinde 140 milyon metre küp su üretiliyor ve tarımda bu su kullanılıyor. Bugün sulamada kullanılan suyun yüzde 40'ı atık sudan sağlanıyor. Ayrıca ayrıştırılan diğer maddelerden elde edilen metan gazı da yenilenebilir enerji üretiminde kullanılıyor.
İsrail atık suların yüzde 86'sını arıtarak yeniden kullanıyor. Bu bakımdan dünya birincisi. İsrail'de bugün içme suyunun yarıdan fazlası deniz suyunu tuzdan arındırma yoluyla sağlanıyor. Çöldeki bir ülke olarak İsrail bunu yapıyorsa, şüphesiz geleceğini düşündüğündendir.
Dünyadaki tatlı su krizi deniz suyunu arıtma yoluyla giderilebilir mi? Uzmanlar bunun pahalı bir yöntem olduğunu ve bunu yaparken harcanacak enerjinin bırakacağı karbon izinin çok büyük olacağını söylüyor. Kuveyt ve Dubai gibi petrol zengini ülkelerde bu yönteme başvuruluyor. Ancak bunun ekonomik boyutu kadar ekolojik boyutu da var ve denizdeki ekosisteme zarar vermekte. (Koyu renkte olan amerikan gazozu şirketi, 30 kadar kıyı fabrikasında deniz suyunu arıtma yoluyla su ihtiyacını karşıladığı gerçeğini de hatırlatalım.)
Dünyanın birçok bölgesinde tarım sulama teknikleri verimli olmadığı için yeni sulama teknikleri geliştirilmekte; tarlaların damlama yöntemiyle sulanması gibi önlemler hızla gelişmektedir. Diğer yandan geri dönüşüm, geri kazanım projeleri de artık kaçınılmaz birer işlem olmaya devam etmektedir. Su kaynaklarının verimli kullanılması ile ilgili yürütülen çalışmalar devletlerin öncelikli olarak ve savaş değil, barış planları arasında olması gerekir. Lakin bu ne derecede gerçekleşir, ileride göreceğiz.
Türkiye'ye gelince: Türkiye'nin zannedildiği gibi su varlığı zengin olan bir ülke olmadığını, tam tersine kaynakları hızla azalan ve su sorunu olan bir ülke olduğunu, su kaynaklarının ciddi azalmalar olduğu, kuraklığa ve çölleşmeye doğru yol aldığı gerçeğini uzmanlar artık daha sesli düşünmeye başladılar. Eğer hızlı çözümler ve önlemler uygulamaya konulamazsa, bizden sonraki nesillere bırakacağımız doğal yaşam ortamından sorumlu olacağız. İklim değişikliği öyle bir seviyeye gelecek ki, iklim krizi nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan milyonlarca insan olacak. Bu kuraklık dalgası, pek çok ülkede şiddet eylemlerine yol açacak. Kuraklığın en fazla yoksulları etkileyeceği, ishal ve benzeri hastalıkların artacağı, bu sağlık harcamalarının yoksulları daha da yoksul yapacağı belirtiliyor.
Örneğin, İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu "Akdeniz bölgesinde iklim, Dubai gibi olacak, Tuz Gölü çevresindeki kurak alan genişleyecek; yalnızca Karadeniz bölgesinde yağış artışı yaşanacağını, Türkiye’nin en çok yağış alan bu bölgesinde yaşanacak artışın ise seller ve toprak kaymalarıyla sonuçlanacağını…" ifade etmiştir.
Bilinçsiz tüketimi pompalayan sanayi canavarları, sanayi canavarlarının iştahını kabartan bilinçsiz tüketim. Bu kısırdöngü çok yakın gelecekte Dünya nüfusunun en az yarısının içme suyu kıtlığı çekeceğinin ve bu su sıkıntısının savaşlara yol açacağı gerçeğinin bir işareti değil de nedir?
Tatlı suyun iktisatlı, daha dikkatli kullanılması ve muhafaza edilmesi konusunda gerekli önlemler alınamazsa kendini gösteren su savaşları daha da yakınlaşacaktır!
Gelinen nokta: İnsanlık, petrol arama derdini bıraktı; su arama (daha doğrusu, su kaynakları fethetme, ele geçirme) derdine düştü, kanlı savaşlar pahasına. Hoyratça harcadığımız su, gün gelecek uğruna savaşacağımız bir hayat şansı olabilir. Her insan tükettiği suyu, cüzdanından çekilen para gibi düşünmez ise, ileride düşünecek zamanı ve şansı da olmayabilir. Gelecekteki bu karanlık tabloyu çizip göz önüne koymazsak, bilinçli toplumu inşâ edemeyiz. Özetle: Su hayattır. Suyu kirli, zehirli olanın hayatı da kirli, zehirli olur vesselâm.
Diğer tüm yazıları için buraya tıklayın!