Acaba yaşasan sende Facebook'ta ölümsüzleşir miydin? Yada torunlarının İnstagram hikayele-rinden birinde boy gösterir miydin? Belki de herkese maskara olmadan göçüp gitmek en iy-isiydi...
O Güzelim Yıllarım...

Hep anlatır ya büyüklerimiz, 'bizim çocukluğumuz çok güzeldi' diye başlayan maceralarını. Hani imkanların az olduğu dönemlerde kendilerine çanaktan, çömlekten oyun icat eden o ne-sil. Hala eskilerden bahsederken gözlerindeki parıltı heyecanlarını nede güzel yansıtıyor, öyle değil mi? O zaman ki Türkiye'nin kırsallarında kıt kanat geçinen ailelerin çocuklarına kattığı çok farklı zenginlikler varmış. Bir odanın içinde yaşayan insanlar mesela o zamanları yer darlığını önemsemezlermiş. Yeter ki gönül darlığı olmasınmış. Rivayete göre bir gün zengin bir aile köyün ilk televizyonunu evlerine getirmiş. Komşular televizyon seyretmeye çıkıp çıkıp gelirlermiş o günden sonra. Çok sevmişler fakir ama gururlu gencin hikayesini. Tıpkı baş ucun-da duran bayramlıklarının heyecanından uyku tutmayan çocuklar misali, Ferdi Tayfur'un film-lerini izlemek için sabırsızlanıyorlarmış. Rengarenk insanların hayatlarına işte böyle girmiş siyah beyaz ekranlar…
Dünden Bugüne...

Artık siyah beyaz görüntülerin yerini rengarenk ekranlar aldı. Aradan geçen uzun yıllar sonun-da, farklı farklı cihazların ekranlarına esir düştük adeta. Bilgisayarlar, laptoplar, tabletler gani gani. Birde 7'den 70'in olmazsa olmazı cep telefonları var. İstatistiklere göre bu cihazları günde ortalama en az 3 saat kullanıyor, yarım iş günü kadar mesai yapıyormuşuz. Nasıl olmasın ki? Bu nimet sayesinde neredeyse herşeye cebimizden ulaşabilir olduk. Karnı acıkan yemek sipa-rişini sanal alemden halledip, gelmesini beklerkende YouTube'dan istediği videoları seyre-diyor. İstediğimiz anda istediğimiz yerde haritadan konumumuza bakıyor, dilediğimiz adrese gidiyor ve yolumuzu buluyoruz. Peki bu kadar nimetten saydığımız ve gerektiğinde gide-ceğimiz rotayı bize gösteren teknolojiler gündemimiz olmuşken biz hayatımızda gitmek istediğimiz yolda neler kaybediyoruz? Gerçek yolu bulabiliyor muyuz? Bunu bir soralım kendimize...
Eski Yollar...
Önümüze bir kamyon çıktığında 'offf yandık sollayamayız artık arkasından taaa şuraya kadar gideriz' derdi eski şoförler. Bizde bu sırada arka koltukta oturur arabanın camından o renkli doğayı izlemeye koyulurduk. Bu arada şoför daima kamyonun tekerinden fırlayacak taşın arabanın ön camına isabet etmemesi için aradaki mesafeyi korurdu. Adeta ralli pilotu edasıyla manevralar yapardı. Belki de o zamanlar araba kullanırken tek derdimiz buydu. 'Eee eski yol-lar!' Şimdilerde ise bırakın 4 şeritli üstün kalite yolları kendi kendine gidebilen otonom araçları görür olduk yollarda. Ya peki arkada cam kenarında oturan çocuklar? Hamlet'in de dediği gibi 'İşte bütün mesele bu'…
Arkadaşım Teknoloji…

Çocuklar artık cam kenarından doğaya bakıp dışarıyı, o güzellikleri görmektense, ellerinde telefon kucaklarında tablet sayesinde sanal dünyanın yolcuları oluyorlar. Belki de onları da araçlarımız gibi otonom yetiştiriyoruzdur. Evimize misafir gelenlere merhaba deyip odalarına kapanmalarına sebep olan bizim onları otonom hale getirmemizdir belki de. Ne dersiniz?
Samimiyet neydi?
Şuan ki elimizde olan teknolojik imkanımızın olmadığı zamanlarda, daha önce yolumuzun düşmediği şehirlere veya bir kasabaya gittiğimizde, hedeflediğimiz adresi öğrenmek için arabayı kenara çeker, durur şoför camını elimizle döndürerek indirir, kaldırımdaki kişiye selam verir, buraların yabancısı olduğumuzu söyler, iki kelam edip adresi sorar ve o kişinin anlattığı tarife göre varmak istediğimiz adresi bulurduk. Şimdi anlıyoruz ki bir adres sormak bile, daha önce hiç gelmediğin bir yerde, hiç tanımadığın bir insana yılların verdiği samimiyetle sorulan bir sualdi. Bu sual aslında iki insanın toplumda ilk tanıştıklarında nasıl sosyalleşmeye başlayabileceğinin bir örneğiydi. Sosyalleşmek demişken hiç öyle toplumun genelinden ör-neklerle başlamayacağım. İlk önce kendimize bakacağız. Bizim toplum olarak yaptığımız hata hep toplumdan bir örnek verildiğinde o biz değilmişiz gibi davranıp, o anlatılan yapmamız ge-rekeni yapmamaya devam etmemiz oldu. Buyurun, samimiyetsizliğe hoşgeldiniz!
Bizim Aile…

Şimdi şunu sormanızı istiyorum kendinize: Akşam olunca evinizde yemek masasına ailenin tüm üyeleri oturuyor mu? Oturduğunuz günlerde yemek masasında ne kadar konuşabiliyor, ailenizle geçen günün kritiğini ne kadar yapabiliyorsunuz? Yada şöyle mi sormam lazımdı: Yemek yerken çocuğunuz masanın soluna telefonunu koyup sol eliyle sosyal medya hesa-plarını kurcalarken sağ ellinde çatal veya kaşıkla yemeğini mi yemeye çalışıyor? Sizde büyük ekran Ultra HD televizyonunuzda haberleri mi izliyorsunuz? Sofradan kalkınca kanepenize oturup TV programlarına devam ederken çocuklarınızda odalarına mı çekiliyor sessizce? Her şey ne kadar güzel değil mi? Sessiz, sakin, kendi halinde bir aile! Neyse ben daha fazla gürültü yapmayayım. Haa bu arada artık siz kendiniz karar verirsiniz değil mi: Asosyal sosyaller siz misiniz? Şimdi rahatınıza bakın!
Yasemin Kurşunlu
Diğer tüm yazıları için buraya tıklayın!