İnsanların davranışları ve inanışları için model teşkil eden, hayâta anlam ve önem kazandıran, dolayısıyla insanın kendi hayâtını ve etkinliklerini anlamlandırmasını sağlayan ve çoğu zaman bir yaratılışın öyküsünü anlatan, geleneksel olarak yaşadıkları toplumlarca kutsal ve gerçek kabul edilen anlatılara “mit” adı verilir. Mitolojiler, milletlerin yazı îcat edilmeden önceki târihleridir. Mitoloji; âit olduğu kültürün değer yargılarını, toplumun yapısını, dînî inanışlarını, nasıl yaratıldığını, ahlâkını, kahramanlıklarını vb. konu edinen, kulaktan kulağa aktarılmış ve sonradan yazıya geçirilerek ölümsüzleştirilmiş inanışların ve efsânelerin tümüdür. Türkler, köklü bir mitolojiye sâhiptirler. Bu zenginliğin gelecek kuşaklara aktarılması son derece önemlidir. Bundan dolayı yazımda Türk mitolojisinin en bilinen konusu olan “bozkurt”un, Türk kültüründe ve mitolojisindeki yerine dikkat çekeceğim.
Bozkurt; Türk destanlarında ve efsânelerinde çok önemli bir yere sâhip olmakla birlikte Türk milletinin sembolü hâline gelmiş bir hayvandır. Türk destanlarında kurt bâzen bir soyun devamlılığını sağlayan ve Türk milletini yok olmaktan kurtaran bir ana motifiyle ortaya çıkarken bâzen de zor zamanlarda Türklere yol gösteren bir rehber olarak karşımıza çıkar. Bozkurt, aynı zamanda Türklerin inanışına göre kutsal ve uğurlu bir yaratıktır. Türk efsânelerinde kutsal bir varlık olarak anılan bozkurt; Türklerin kendileriyle özleştirdiği, ana ve ata olarak kabul ettiği bir hayvandır. Çevik, dayanıklı, güçlü bir hayvan olduğu için zamanla Türk’ün savaş gücünün simgesi hâline gelmiştir. Kurtlar, teşkîlâtlanmayı bilen ve sürü hâlinde gezen hayvanlardır. Bununla birlikte sürü içinde hiyerarşik bir yapı mevcuttur. Her zaman sürünün başında yeleleri kırlaşmış, tecrübeli bir kurdun liderliğinde yol alırlar. Türkler de teşkîlâtçı bir millettir. Mete Han’ın kullanmış olduğu onlu askerî sistem sâyesinde savaş sırasında herkesin yeri ve görevi belli olarak hareket edilmiş ve büyük başarılar kazanılmıştır. Türklerde de tıpkı kurtlarda olduğu gibi bir liderlik anlayışı vardı. İyi bir lider etrâfında toplandıkları zaman Türkleri yenebilecek hiçbir güç bulunamazdı. Kurtlar âileleriyle birlikte yaşarlar. Birbirlerine yardımcı olarak hayatlarını sürdürürler. Hatta büyük kardeş kurt, küçük kardeş kurda çoğu zaman bakıcılık dahi yapar. Türklerde de durum aynıdır. Her dâim âile çok kıymetli görülmüş ve kutsal bir kurum olarak kabul görmüştür. Kurtlar esâret altında yaşayamazlar. Bu yüzden tasmalı bir kurda rastlayamayız. Türkler de esâretten nefret etmiştir. Bunun en büyük örneklerinden biri Kürşad İhtilâli’dir. Bu ihtilâl Türk’ün esâret karşısındaki tutumunu en iyi anlatan destandır. Bu gibi inanışlardan dolayı kurt millî bir sembol olarak kabul edilip armalara, paralara ve bayraklara konulmuştur.
Târih boyunca birçok millet kendi karakterlerine en yakın olan hayvanı sembol olarak seçmiştir. İngilizler aslan, Ruslar ayı, Japonlar ejderha gibi… Türkler ise üstün özelliklerle yaratılmış olan kurda, Köktürkler döneminden beri büyük önem vermiş, bununla birlikte günümüze kadar Türklüğün sembolü olarak adını yaşatmıştır.
Köktürklerin Türeyiş Destânı’nda Çin kaynaklarına göre; A-shih-nalar, Lin adlı bir memleketin saldırısına uğramışlardı. Köktürkler, bu mağlûbiyet sonucunda on yaşındaki bir çocuk hâriç tamâmen öldürüldüler. Lin memleketi çocuğun küçük olduğunu görüp ona acımış ve öldürmemişti. Bu çocuğun kollarını ve ayaklarını keserek bir bataklığa atmışlardı. Bundan sonra destanda dişi bir kurt ortaya çıkar. Çocuğun hayâtını kurtarıp onu besler. Çocuk büyüdükten sonra dişi kurt, çocuktan hâmile kalır. Köktürklerin soylarını tamâmen yok ettiğini sanan Lin memleketinin kralı, çocuğun hâlâ yaşadığını duyar ve askerlerini onun öldürülmesi için görevlendirir. Çocukla kurdu yan yana gören askerler kurdu da öldürmek isterler ama kurt kaçarak bir mağaranın içine sığınır ve on çocuk doğurur. Zamanla bu on çocuk büyür, dışarıdaki kızlarla evlenir ve kızlar gebe kalır. Böylece bir soy türer. Bu soy, Köktürklerin kurucusu aşina âilesinin geldikleri soydur. Ergenekon denilen yerde nesiller gittikçe çoğalır. Yavaş yavaş çoğalmaya başlayan bu âileler, mağaranın dışına çıkarak Avarlara tâbi olur ve Avarların demir işlerinde çalışır.
Köktürkler, bu destandan yola çıkarak kendilerini kurttan türemiş olarak görüp analarının dişi bir kurt olduğuna inanmışlardır. Hemen hemen bütün Türk boylarında kurttan türeme inanışı mevcuttur. Mesela Uygurların Türeyiş Destânı’nda Türkler, erkek bir kurttan türemişti. Bu destâna göre Koa-çı kağanın iki kızı varmış. Bu kızlar o kadar akıllı ve o kadar iyiymişler ki babaları şöyle bir karara varmak zorunda kalmış. Kağan demiş ki: “Ben bu kızları nasıl insanlarla evlendirebilirim? Bunlar o kadar iyi ki ancak tanrı ile evlenebilirler!” Bunu diyen kağan, kızlarını alıp götürmüş ve bir tepenin başına koymuş. Aradan epey zaman geçmiş, kızlar beklerken tepenin etrâfında ihtiyar, erkek bir kurt görünmüş. Küçük kız, “İşte bu kurt tanrının kendisidir. Ben inip onunla evleneceğim.” demiş. Kardeşi gitme, diye ısrar etmiş ama kız dinlememiş. Tepeden inerek kurtla evlenmiş ve bu sûretle Kao-çı halkı, bu hükümdârın kızı ile kurttan türemiş. Buradan anladığımız kadarıyla Türk kızları, kurt şekline girmiş melekle birleşerek teginlere gebe kalmıştır. Yâni Türk milletinin türeyişini ilâhî ve dînî faktöre bağlamışlardır. Ayrıca bunu Türk hâkanları meşrûiyetini kabul ettirmek için de yapmışlardır. Çünkü kurt soyundan gelmeyenlerin hâkanlığı kabul edilmezdi. Bundan dolayı soylarını bozkurda dayandırmışlardır. Ayrıca yine Köktürkler döneminin önemli kaynakları Orhun Abideleri’nde geçen şu satırlarda Türk ordusu kurda benzetilmiştir: “Tanrı güç verdiği için babam kağanın ordusu kurt gibi imiş, düşmanı koyun gibi imiş.” Köktürkler döneminde tuğ ve sancaklarda kurt başları mevcuttu. Yâni kurt, Köktürkler döneminde artık bir devlet sembolü hâline gelmişti. Bir kağan tahta çıktığında Çin devleti onun kağanlığını tanıdığını göstermek için kurt başlı sancak ve tuğ gönderirdi. Hatta öyle ki bu anlayış, tâ Osman Gâzi’ye kadar gelmiştir. Selçuklu hükümdârı Osman Gâzi’ye bir tuğ ve davul vererek eski geleneklerimizi devam ettirmişti.
Oğuz Kağan Destânı’nda ise kurt bir yol gösterici olarak ortaya çıkmıştır. Bu kurt, Tanrı tarafından kutsal bir ışık içinde gönderilmiş ve kılavuzluk rolünü üstlenmişti. Türk ordusunun önüne geçerek liderlik ederdi ve Türkler bir zarara uğrayacağında onları korurdu. Ayrıca Oğuz Kağan Destânı’nda kurt, Türk’ü mutluluğa ve zafere götürmesiyle de önem kazanır. Oğuz Kağan, bozkurdun liderliği ve gücüyle özleştirilmiş bir destan kahramânı olmuştur. Onun kırk gün içindeki gelişimi Oğuz Destânı’nda şöyle geçer:
“Ansızın dile geldi, söyler konuşur oldu!
Kırk gün geçtikten sonra, yürür oynaşır oldu!
Öküz ayağı gibi idi sanki ayağı!
Kurdun bileği gibi idi sanki bileği.”
Destanda Oğuz Kağan bu üstün özelliklerle doğup hızla büyümüş ve kurda benzetilmiştir ve yine aynı destanda Oğuz Kağan’ın İdil boyu akınlarında şu sözler geçer:
“Bir erkek kurt görüldü, ışıkta soluyarak!
Bir kurt ki gök yeleli! Bir kurt ki gömgök tüylü!
Bakıyordu Oğuz’a ışıkta uluyarak…
Ey Oğuz! Askerini, ben kendim güdeceğim!
Ordunun en önünde ben de yürüyeceğim!”
Kurt burada gök yeleli olarak nitelendirilmiştir. Ayrıca kurda “gökbörü” de denmektedir. Bunun nedeni Türklerde bir şey gök sözü ile söylenirse kutsal sayılırdı. Oğuz Destânı’nda kurt, bir lider ve yol gösterici olarak Türkler için kutsal sayılmıştır. Kurt, Türkler için saygı duyulan bir figür hâline gelmiştir. Bu üç destandan gördüğümüz gibi Türkler, bozkurda büyük bir önem vermişlerdir. Onu kökenleri saymış olmakla birlikte hayat kaynağının gök tanrıdan geldiklerini de bilirlerdi. Türkler kendiyle özleştirdiği kurdu, savaş zamanında düşmanı psikolojik olarak yenmek için de kullanılırlardı. Osmanlı’da mehter takımının savaşta ses çıkarması gibi eskiden de Türkler kurt sesleri çıkartarak düşmanlarını korkuturlardı. Aynı zamanda Türkler, uzun süre kullandığı ve düşmanlarını her seferinde hezîmete uğrattığı bir savaş taktiği olan tûran taktiğini kurtlardan öğrenmiştir. Bu yüzden tûran taktiğine kurt kapanı da denmiştir. Kurt bu bakımdan savaşçılığı da simgelemiştir.
Kutadgu Bilig ve Dede Korkut Hikâyeleri’nde de birçok yerde kurt ismi geçmiştir. Kutadgu Bilig’de; Öğdülmiş, hâkana kumandanların nasıl olması gerektiğini söylerken özelliklerini şöyle tasvir eder: “Domuz gibi inatçı, kurt gibi güçlü/Ayı gibi azılı, yaban öküzü gibi kinci.” Bir kumandanın kurdun özelliği olan gücü kendinde bulundurması gerektiğini söyler. Dede Korkut Hikâyeleri’nde ise kurdun kutsallığı yanında korkutuculuğu da ön plana çıkartılmıştır. Aynı zamanda Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de kurt önemli bir yer taşımaya devam etmiştir. Cumhûriyet döneminde de Atatürk aynı hassasiyeti korumuş olmakla birlikte Türk milletinin millî şuûrunu diri tutmak için bozkurdu birçok yerde kullanmıştır. Okul öğrencilerinin şapkalarında bozkurt rozeti vardı. Türk Cumhûriyeti’nin devlet arması bozkurt sembolü olduğu gibi paraların üzerine de bozkurt bastırılmıştır. İngiliz yazar H. C Armstrong “Bozkurt” adlı eserinde Atatürk’ten bahsetmiştir. Bununla birlikte yabancılar Türkleri bozkurt olarak nitelendirmiştir. Atatürk sonrası dönemde ise işler tersine dönerek bozkurt resmî kurumlardan uzaklaştırılmış ve Türklüğün sembolü olduğu unutturulmaya çalışılmıştır. Ancak Türkler, târihin her döneminde bozkurda anlam yüklemiş ve sâhiplenmiş olmasından dolayı hâfızalardan silinmemiştir. Bununla birlikte kahramanlarımızın bozkurt olarak anılması ve bozkurdun edebiyâtımıza, atasözlerimize, deyimlerimize, övgülerimize îtinâyla işlenmiş durumda oluşu kurt sembolünün kutsallığını ve önemini bu döneme kadar taşıdığımızın bir kanıtıdır.
Bozkurt sembolü bir partiye, bir şahsa âit değildir. Kendini Türk hisseden, “Ben Türk’üm” diyen herkesin ortak sembolüdür. Kısaca, BOZKURT TÜRKLÜĞÜN SEMBOLÜDÜR! Cemiyetlerin mânevî kuvvetlerinin güçlü olması, cemiyetin bütünleşmesi açısından büyük önem taşır. Günümüzde düşman milletlerin ilk önce bu mânevî alana saldırması da bundan kaynaklanır. Hayâtı sâdece maddî olarak görenler için bir mânâ ifâde etmeyen bozkurt sembolünün, bizim için yeri apayrıdır. Bundan da anlaşılacağı gibi Türk mitolojisini iyi anlamak ve gelecek nesle güzel bir şekilde aktarmak bizim için önemli bir görevdir. Yine bir Ergenekon’un içindeyiz. Bu karanlık boğazdan, bu bozuk düzenden, vatanımızı düşman fikirlerden ve silâhlardan kurtaracak bozkurtlara selâm olsun…
“Yurd girince yâd eline,
Ergenekon oldu yine,
Çıkmaz mı bir Börteçine?
Nurlanmaz mı çerağımız?”
Ziya Gökalp
KAYNAKÇA
YENİ UFUK DERGİSİ
(1) Ögel, Bahaeddin. Türk Mitolojisi-1, (2020), Altınordu Yayınları, s. 15-59.
(2) Ünal, Tahsin. Türklüğün Sembolü Bozkurt, Berikan Yayınları. 1977.